Bugün 19 Mayıs. Atatürk’ün gençlere armağan ettiği bayramın, kurtuluş mücadelesinin başlangıcı için atılan ilk adımın 100.yıldönümünü kutluyoruz.
Elbette gençlerimiz eğlenecek, bu bayramın tadını çıkaracaklar. Ama bir yandan da bugün başlayan o kutlu mücadelenin nasıl kazanıldığını, ne bedeller ödendiğini de hatırlamak, kendinden sonraki nesillere bunu aktararak, elimizdeki en büyük değer olan tam bağımsızlığın önemini bu şekilde hiç unutturmamak gerekir.
Bugünün önemini, Atatürk’ü mavi pelerinli, kurşun geçirmez bir çizgi roman kahramanı gibi göstererek anlatmak mümkün değildir.
Çünkü O’nun başardığı iş, bundan çok daha büyük ve önemlidir.
Bu büyük destanı yaratanlar aslında bizim gibi etten, kemikten, duyguları olan insanlardı.
Hatta bu destanın başkahramanı Mustafa Kemal Atatürk, belki de içlerinde en çok çile çeken isimlerden biriydi. Daha küçük yaşta 4 kardeşini ve babasını hastalıktan kaybetmişti.
Öksüz büyümüş, yoksulluk içinde eğitimini devam ettirmişti.
Üstelik askeri okuldayken, çok sevdiği ve ölümüne bağlı olduğu vatanı avuçlarının içinden kayıp gitmekte, göz göre göre yapılan hatalar nedeniyle yok olmanın eşiğine gelmişti.
Osmanlı, 1.Dünya Savaşında mağlup sayılarak, işgalciler tarafından toprakları paylaşılmaya başlandığında bu durum daha da vahim bir hal almıştı.
Elde silah yoktu. Halkta moral yoktu. Askerin, köylünün, işçinin, kısacası milletin karnını doyuracak kuru ekmeği bile yoktu.
İşte bu şartlar altında milleti ayağa kaldırıp, her türlü ağır silaha sahip emperyalist güçler karşısında zafer elde etmek, insanüstü bir çizgi roman kahramanının bile yapamayacağı kadar büyük ve önemli bir işti.
Kurtuluş mücadelesinde beni en çok etkileyen olaylardan biri de, çok zor şartlar altında bu ülkeyi kuran iradenin ve düşman süngüsü altında inim inim inleyen Anadolu insanının demokrasiye olan bağlılığıydı.
Padişahlıkla yönetilen bir ülkede yalnızca dış güçlere karşı verilmiş bir mücadele yoktu. Bağımsızlığa giden yolda, halkın kendi kendini yönetmesi için de büyük bir kararlılık gösteriliyor, bununla ilgili de büyük bir mücadele veriliyordu.
İşgal altında olsa da her yerde işleri yürütecek, milli mücadeleyi sürdürecek temsilciler seçiliyordu.
Bu isimler daha sonra Atatürk’ün etrafında birleşerek Türkiye Büyük Millet Meclisini kurmuştu.
Atatürk, milli mücadelenin her aşamasında bu meclise danışarak kararlar aldı.
Zaten ülke bitmiş, her yer düşman tarafından zapt edilmiş, bütün bunlara ne gerek var demeden yapacağı her işi bu meclis aracılığıyla halkın onayını alarak yapıyordu.
Daha milli mücadele başlamadan Amasya, Erzurum ve Sivas kongreleri bu düşünceyle gerçekleşmişti. Bunun dışında Balıkesir, Manisa, Edirne gibi bir çok yerde halk kendi bölgesini savunmak için yine kimseden emir almadan kongreler yapıyor, kendi kendini yönetmeye çalışıyordu.
Bu yönüyle de, milli mücadele büyük bir destan, dünyaya örnek bir gösterilecek kurtuluş savaşıydı.
Bugün 19 Mayıs. Lütfen herkes 100 yıl önce bugün, Atatürk Samsun’a ayak basarken bu güzel vatanımızın ne halde olduğunu gözlerini birkaç dakikalığına kapatarak hayal etmeye çalışsın. Eminim içinizdeki umutsuzluk ve çaresizlik, o günleri düşündüğünüzde beyninizden dağılıp gidecek, göğsünüz o bağımsızlık mücadelesinin kıvılcımıyla yanmaya başlayacaktır.
Bugün 19 Mayıs. 100 yıl önce bugün, tam bağımsızlık için canlarını ortaya koyan, esaret altında yaşamaktansa, “Ya istiklal, ya ölüm” diyen ve bu uğurda yalnızca halktan aldığı güçle topun, tankın, tüfeğin üzerine göğsünü açarak koşan o kutlu insanların bize armağan ettiği bayram bugün. Ta o günlerden bugüne verdikleri mücadeleyle içimizdeki umutsuzlukları dağıtan, güç veren o kutlu insanları bir kez daha minnetle, saygıyla ve özlemle anıyoruz.