Derin bir sessizlik… İşte bugün bu sessizliğin öyküsünden bahsetmek istiyorum. Biraz romantizmden, biraz sanattan. Biraz da kendimizde keşfettiklerimizden.
Manzaralı bir yerde oturmak istememize rağmen, blok blok bir site içerisinde yaşamımızı sürdürüyoruz. Eşim ve ben. İki kişilik mütevazı bir yaşam bizimkisi. Deniz ya da orman değil baktığımız. Karşımızdaki bloğun arka tarafı. Neyse ki bahçe katındayız. Biraz yeşille iç içe. Önümüzde çam ağacı. Yakında açmayı bekleyen, şimdilerde fidan vermiş oya ağacı ve güller. Faal iş hayatımın olduğu dönemlerde bunların çok da farkında değildim. Sıradandı yaşam. Sabah çıkıp akşam dönüşler sıradandı. Herkesle birlikte işe gider, dönerdim. O dönem bitip ev yaşamına adapte olmaya çalıştığımda gözlemlediğim çok şey oldu. Bu kez işe gitmiyor, işe gidenleri yolcu ediyordum.. Sabahları saatin kaç olduğunu merdivenden duyduğum tıkır tıkır ayak seslerinden, okul yolunu tutan çocukların cıvıl cıvıl koşuşturmasından anlayabiliyordum. Şimdilerde ne bir tıkırtı, ne bir çocuk sesi. Kapandık evlere. Herkesin farklı bir dünyası var. Çoğu insan da kendini tanıyor, yeteneklerini keşfediyor bu ara. Çok hoşlandığımız bazı şeyler varmış meğer ve biz bunu yıllarca ertelemişiz gibi. Rutinden çıktığımızda belki kendimizi daha bir tanır olduk. Belki iyi bir yazar, belki iyi bir psikolog olabilirdik. Örnek ben. Hep yapmak istediğim bir şey vardı. Roman yazmak. Şiirle aram yoktur. Ama her ergen gibi ben de o dönemlerde karalıyordum bir şeyler. Sarmadı sonrasında şiir. Hep bir gerçek hikayeye dayalı bir roman yazmak istedim. O da bir heves olarak kaldı. Çok da okuyan biri değilim esasında. Dedim ya. Kendimi bu aralar sorgulamaya başladım ve meğer ben ne de çok severmişim kitap okumayı. Zaman ayıramıyormuşum sadece. Tv100’de program yapmaya başlayan Okan Bayülgen hatırlattı bana bunu.
Gece Kuşu’yla 1995 yılında tanıdığımız sunucu, şimdilerde Uykusuzlar Kulübü’yle ekranlarda. Kendi ifadesiyle haylazdı önceleri.. Yine kendi ifadesiyle, aileler çocuklarına dinletmiyorlardı, O’nu. Zamanla kendini düzelttiğini yine kendi ağzıyla söylüyor. Ben bu halini daha çok sevdim. Uykusuzlar Kulübü, herkese hitap etmeyebilir. Ama sanatçı ruhu, o beni alıp götüren ses tonu, araya sıkıştırdığı Cem Karaca’dan şarkılar, aşk dolu yerli yabancı pop müzikler gecenin bir yarısı bana çok iyi geldi. Kitap okuyor. Kendimi özel hissettiriyor. Meğer ne kadar da romantikmişim, ne kadar da sanatçı ruhum varmış dedirtiyor kısa hikayeler. İşte bu zaman diliminde anlıyorsunuz ki, ihmal etmişiz kendimizi ve soyutlamışız bir çok şeyden.
KOCAELİ OKUR’un sevgili okuyucuları. Bu hafta yazıma kaptırdım gitti. Elbet hiç harcım değil bir roman yazmak.. Bunu tabi ki üstatlara bırakıyorum. Ve öyle sanıyorum ki, ben bu kadar coştuysam, değerli yazarlarımız, şairlerimiz de bu sessiz günlerde coşuyor. Tam da bu nedenle yakında roman ve şiir kitaplarında büyük bir patlama bekliyorum.
Elbet geçecek bu zor günler. Yine çocuk sesleri, yine kapı gıcırtıları, yine okullu günler, yine iş günleri. Ancak bu güzel günlere ulaşmak için daha bilinçli, daha duyarlı olmamız lazım. Halen zor bir süreçteyiz. İki günlük sokağa çıkma yasağı ilan edildiğinde yaşanan panik tüm çabaları bir anda altüst etmiş olabilir. İnsanlar kendi yaşamını nasıl hiçe sayabiliyorlar, bunu anlamakta herkes gibi ben de zorlanıyorum. Verilen onca emek, özveri ortada. Amacımız belli; virüs kapmamak, yaymamak. Bir an önce salgından kurtulup normal yaşama dönebilmek. Gördüğümüz manzara ne yazık ki bunu ötelemekten başka bir şey değil.
Düzenimiz şaştı. Düzeleceğinden eminim ama biraz çaba, biraz gayret lütfen. Tabi ki bunalıyoruz. Tabi ki endişe duyuyoruz. Hepimiz biraz doktor, biraz psikolog olduk çıktık. Siz en iyisi kendinizi bulmaya çalışın. Yalnız günlerde kendinizi keşfedin, kendinizi sorgulayın.
Eminim çok önemli özelliklere sahipsinizdir ve bu dönemi işte bu saklı özelliklerinizi ortaya çıkarmak için büyük bir fırsat olarak görün.